“Cenan Abi… “

  Erden AKBULUT – inadina.com –

Cenan abiyi ilk tanımam 1974 yılı başlarıydı. Daha 12 Mart karanlığından çıkmamıştık. Ankara’da ilk grev Tepe Mobilya Fabrikası’nda başlamıştı. Bu fabrika işçilerinin kurduğu ASİS (Ağaç Eşya İşçileri Sendikası) yürütüyordu grevi. Grevci işçiler aynı zamanda sendika yöneticisiydi; anımsadığım kadarıyla, Kemal Usta Genel Başkan Yardımcısı, Parmaksız Muzaffer Genel Sekreter’di, bir de Chevrolet sahibi yanılmıyorsam Halis Aga vardı, yine Genel Başkan Yardımcısı. İşçilerin çoğu Beytepe köylüsüydü. Fabrika, Hacettepe Üniversitesi’ne aitti; Eskişehir yolunda Yem Fabrikası sapağından gidilen bu köyün eteklerindeydi. İşte bu yarı köylü işçilerin kurduğu ASİS sendikasının genel başkanıydı Cenan abi ben tanıdığımda. Erken kararmış bir kış gününde kara sarı duvarlı Basın-İş sendikasının Rüzgarlı Sokak’taki Ankara Şubesi’nde grevcilerle konuşuyordu. 

Biz işçi sınıfına bilinç taşımaya aç genç devrimciler, Ankara’da grev olunca elbette yerimizde duramaz olmuş, durumdan vazife çıkarmış, nasıl bu işe dahil oluruz diye sendikaya gitmiştik. Kimseyi tanımıyorduk; tanıştık; önce Cenan abiyle, sonra Alev abiyle (Alev Ateş ile)… Meramımızı anlattık; greve destek vermek istiyoruz, çadırda kalabilir miyiz, sendikaya gelebilir miyiz, vb… O günler için oldukça önemli sorulara muhatap olmadık: Kimsiniz, yani hangi siyasettensiniz? Büyük bir hüsnü kabulle bütün kapılar önümüzde açıldı. 

Tepe Mobilya grev çadırında yatar kalkar olduk. Grev nöbetçileriyle sohbet ediyor. Fabrikaya mal giriş çıkışını engellemeye, az sayıda grev kırıcıyı aşağılamaya (!) çalışıyoruz. Ankara’nın kışı, hele Beytepe’de kendini enim konum hissettirse de, Kızılay çadırı içinde odun sobamız gürül gürül yanıyor. Yuvarlak köy ekmeği kızartılıp Sana yağı emdirildikten, tuz ve kırmızı biberle çeşnilendirilip afiyetle yendikten sonra gelsin çaylar, gitsin sohbetler. Bir de Cenan abi uğramışsa yeni haber var demektir, keyifler keka. İşte böyle günler ve geceler geçerken, bir gece fabrika müdürlerinden Ahmet Bey (Kemal Usta’nın grev marşı olan türküsünde adı hayırla anılmayan Ahmet Bey) yanında üç-beş uşağıyla grev çadırımızı basmaya kalktı. Çadır ipleri kesildiğinden ve çadırda soba yandığından çabamız bölündü, gereken miktarda dayağı atamadık ve Cenan abiden ilk fırçayı yedik. 

Bu arada sendikaya, yine Rüzgarlı Sokak’ta Basın-İş’in binasına komşu bir genel merkez tutulmuştu. Tahta sıralarıyla salonu, herkes kullansa da bir Genel Başkan odası ve hemen yanında o sıralar sendikanın da avukatlığını yapan Fehmi Çam’ın bağımsız odası vardı. Cenan abi her sabah sendikaya geldiğinde gazetelere şöyle bir bakar ve mutlaka bir basın açıklaması yazardı. Kimi zaman ASİS ile, kimi zaman sendikalar ile, kimi zaman ise politika ile ilgili olurdu açıklaması. Şimdilerde kimilerince garipsense de, her gün bir siyasal tutum alır ve ilan ederdi. O sıralar Ankara’da yayımlanan Yeni Halkçı vb. yerel gazetelerde de genellikle yankılanırdı bu tutum alış. Kalemi sağ elinin işaret parmağı ile orta parmağı arasından sokup baş parmağıyla destekleyerek ve oldukça küçük harflerle düzgün bir yazı ak kağıda dökülürken, ağzından eksik etmediği ağızlığıyla da sigarasını tellendirirdi.  1 Mayıs geliyordu, Tepe Mobilya’da grev vardı ve biz sendikanın gazetesini çıkartmaya karar vermiştik. Sahibi ASİS Sendikası adına Cenan Bıçakçı, bize öylesine güvendi ki, tek bir yazısını bile önceden okumaya, denetlemeye gerek duymadı. Ve ilk sayı, başlığı serigrafide, yazıları teksirde basılmış olarak, 1 Mayıs 1974’te üçüncü hamur kağıda, 300 adet basıldı. Anımsadığım kadarıyla ELKA grevi sırasında 1 Mayıs gazetesinin bir sayısı TÖB-DER mitinglerinde dayanışma için satılmak üzere 20 bin adet basılmıştı. Matbaaya 12 bin 500 TL borcu vardı ve hala da duruyor sanırım…

Tepe Mobilya grevi bitti, Ankara’da DOMSAN örgütlendi ve toplu sözleşmesi yapıldı. Bitimiz kanlanmıştı. Ankara iyi de, esas işçi kitlesi İstanbul’da. Bu süreçte İstanbul’daki arkadaşlara 1 Mayıs gazetelerini gönderiyordum. Yunus’taki SUNTA ve Kaynarca’daki ELKA fabrikalarına bir biçimde gazetenin ulaştırılmasına çalışıyorduk. Cenan abiye, ASİS’i İstanbul’da örgütlemek istiyoruz dedim. Gözlerinin içi ışıdı. Böyle başladı Kartal Kaplama, Sunta ve Elka örgütlenmeleri, Alev abiyle saat 5’te uyandırılıp ilk trenle Yunus’a taşınmalarımız. Cenan abi bir efsaneydi İstanbul işçileri için. Bir tür Köroğlu, namı yürümüş. İlk genel toplantıda işçilere seslendiğinde İstanbullu ağaç işçileri de, O’na güvenmekle yanılmadıklarını gördüler. İzleyen süreçteki tüm mücadelelerde olduğu gibi.

ELKA’da grev başlayacaktı. Biz siyaseten kaygılıydık bu süreçten. Adını şimdi anmak istemediğim bir arkadaşla birlikte Cenan abiyle Kadıköy’de eski Evlendirme Dairesi yanındaki çay bahçesinde akşam saatinde oturduk. Mali durumumuz elvermiyorsa maceraya girmeyelim, anlaşma yolları arayalım, falan dedik. ASİS’in bir ilkesi vardı, toplu sözleşme bütün işçilerin katılımıyla yapılacak, kapalı kapılar ardında sözleşme olmayacak diye. (Bu ne kadar böyleydi, böyle uygulandı, konumuz değil.) ELKA işvereni, yani Koç daha bu noktada hayır demiş, sözleşme görüşülmeden uyuşmazlık tutanağı tutulmuştu. İşte greve böyle başlanıyordu. Kimi başka sıkıntılar da vardı. Sözün kısası benim ASİS’te Cenan abiyle birlikteliğim o akşam bitti, yollar ayrıldı. Uzun süre o küçük cep defterinden notlar aktardı bana, nasıl dayanışma sağlayabileceğimiz, işverenin greve uzun süre dayanamayacağı vb. hakkında. Belki ben ikna olmaya yatkın değildim, belki o yorgundu. Yolumuz ayrıldı, ama karşılıklı saygı ve sevgimiz hiç tükenmedi yıllar boyunca. En son BSP’nin kongresinde Ankara’da gördüm, buluşmak üzere sözleştik. Olmadı… 

Sınıf düşmanlarına ağız dolusu sövmeyi, her Adanalı gibi bıyıkları ile öğünmeyi, önce gözlerinin içi, sonra yüzüyle yürekten gülmeyi ve insanlara güvenmeyi severdi. Biz de onu böyle severdik.