Televizyonda yaptığı ikinci konuşma

  14 Ekim 1979’da Senato seçimleri dolayısıyla, Sosyalist Devrim Partisi Genel Başkanı olarak televizyonda yaptığı ikinci konuşma.

Günlerdir süren seçim konuşmaları “Tencere dibin kara, seninki benden kara” düzeyini aşamadı. Hepsini dinledik. Başbakanları dinledik. Eskisini de yenisini de. Onlar ne dedi? “Tencere dibin kara, seninki benden kara” dediler. Hoca efendi hazretleri de hak yolunda olduğunu söyledi. 50 yıldan beri ne yapılmışsa batılmış. Atalarımız büyük bir devlet kurmuşlarmış. Ve biz 50 yıl öncesine dönmeliymişiz. Bin yıl öncesine dönelim demediğine şükredin. Hoca efendi, hak yolundan ayrılmayan atalarımızın bu devleti nasıl batırdıklarını söylemiyor ve kurtuluş olarak da İslam devletleri birliğini öneriyor. İyi hoş ya, bu birliğin ekonomisi ne olacak? Arap krallarının, petrol şeyhlerinin sömürüye dayalı ekonomisi kapitalist ekonomi değil midir? Başbuğ Türkeş, kocaman bir Türkiye, büyük bir Türkiye öneriyor. Tüm dünyadaki Türkleri bir araya getirmeyi öneriyor. Hayale bakın. Albay başbuğ Çin’le, Sovyetler Birliği’yle savaşarak kuracak herhalde bu büyük Türkiye’yi. Çünkü Türk kökenliler genel olarak bu iki ülkede yaşamaktadırlar. Tabii önce, bu büyük Türkiye içeride kurulacak. İşçilere, köylülere kan kusturup hizaya getirerek.

Demokratik örgütleri, üniversiteleri hizaya getirerek… Partileri, sendikaları, basını hizaya getirerek. Başbuğ Türkeş ile arkadaşlarının hayalleri uğruna, bizlere kan kusturarak. İstediği kadar faşizme karşıyım desin… Emperyalizme karşıyım da diyor. Ama biz bu milliyetçi hazretin ağzından bugüne kadar hiç Amerikan üslerine karşı çıktığını duymadık. Fakat onun ataları Turancıların Birinci Dünya Savaşında alman emperyalizmini nasıl desteklediklerini, onlara nasıl hizmet ettiklerini biliyoruz. Üslere karşı çıkmayan sadece Türkeş mi? Demirel ne dedi? Feyzioğlu ne dedi? Ecevit 20 aydan beri düzlüğe çıktığımızı müjdeliyor bize. Hayret ettim doğrusu. Başbakan hiç etrafına bakmıyor mu? Görmüyor mu durumumuzu? Birkaç gün önceki konuşmasında da “Bizim halkımız hesaba kitaba gelmez” demişti. Bir şey söyleyeyim mi size, benim de aklım Başbakanın hesabına ermiyor. Hem bütün bu cinayetlerin arkasında MHP var diyeceksin hem de üstüne yürümeyeceksin. Aksine Türkeş’e çağrı çıkarıp buyur gel anarşiyi seninle beraber yenelim diyeceksin. Ecevit’in bu tutarsız politikası Demirel’e güç verdi. Pili bitmiş Demirel’e güç verdi. Demirel “Bizim peşimize takılanlar pişman olmazlar” diyor. Aslında bütün partiler aynı şeyi söylüyorlar. Bütün partiler halkı arkalarına takarak yüceltmek hevesindeler. İster sağda olsun ister solda görünsünler bütün partiler.

Nasıl, TİP’le TSİP’in, bey takımının Moskova yanlısı partileri olduğunu söylemiştik; konuşmalarını dinledikten sonra bize hak vermediniz mi? Neyse, bırakalım şimdi onları. Ne diyorsunuz? Bu partiler bizi kurtarabilecekler mi? Yani 14 Ekim seçimlerinden sonra, iş bekleyen milyonlarca vatandaşımıza iş verebilecekler mi? İşçinin, köylünün, dar gelirli memurların kazançlarını kendilerine yeter düzeye getirebilecekler mi? Ve yokluklar, can korkusu, pahalılık ortadan kalkacak mı? Ötesini istemiyoruz, bu kadarını yapabilecekler mi bu partiler? “Evet, ben inandım yaparlar bu partiler” diyenler, helal olsun. Hayırlı olsun, gitsinler oylarını gene o partilere versinler. Biz tuhaf adamlarız, garip adamlarız. Oturur çocuklarımıza ders veririz: “Oğlum arkadaşlarını iyi seç.” Bazı adamlar hakkında da “Bırak canım, o yalancının biridir, menfaat düşkünüdür, onunla arkadaşlık yapılmaz” deriz. Ama götürüp yüzlerce defa yalanı ve menfaatperverliği ortaya çıkmış bir takım adamları başımıza getirir, devlet adamı olarak seçeriz. Biz, işçiler – köylüler iktidara gelmedikçe kurtuluş yok dedikçe, siz “canım işçiden, köylüden devlet adamı olur mu” dersiniz. Olur efendi olur.

İşte örneği ortada: Sosyalist Devrim Partisi adına konuşan on kişiden sadece üçü yüksek öğrenim yapmışlardır. Diğer konuşanların biri terzi, beşi de, öyle masa başında oturan değil, bilfiil, tezgah başında çalışan işçilerdir. Bunlardan ikisi ortaokul mezunu, üçü ilkokul mezunu. Hepsini dinlediniz. “Ben ilkokul mezunu bir işçiyim” deyip konuşan kişinin mi sözlerini doğru buldunuz, siye uygun gördünüz; yoksa, “Ben profesörüm” diyen bir başka konuşmacının sözlerini mi? Bunu size, kendinize güvenesiniz diye anlatıyorum. Çünkü para babalarının en büyük kuvveti: öyle topu tüfeği, jandarması polisi, hapishanesi değil; en büyük kuvveti işçi ve köylülerin güvenini sarsmak için yaptıkları propagandalardır. Buna karşı çıkacağız.

Ama Sosyalist Devrim Partisi’nin sesini bu günden sonra radyo ve televizyonlardan duyamıyacaksınız. Çünkü her şey onların elinde. Ve onlar, mecliste milletvekilleri veya bir senatörü bulunmayan partilere, ancak seçimden seçime radyo ve televizyondan konuşma hakkı veriyorlar. Yani 1981 yılına kadar bize televizyon yasak. Televizyon gene Türkeş’lere, gene Demirellere, gene Ecevit’e ve diğerlerine kalacak. Ama bu yasağı siz bozabilirsiniz. İsterseniz Sosyalist Devrim Partisi’ne bir senatör çıkaracak kadar oy verebilirsiniz. Bize inananlar oy versinler yeter bize. Oy verirsiniz vermezsiniz, sizin bileceğiniz iş. Ama her şey açık, her şey ortada, görün artık.

Bunlar fakirden alıp zengine satan tüccarlardır. Zenginin davulunu çalan Demirel’in ve diğerlerinin sana faydası yoktur. Bir “Mehdi” zannedip iktidara getirdiğin Ecevit de boş çıktı. Ama görün artık. Davranın, kolları sıvayın artık. Ve bilin ki hep bir araya gelmedikçe; bilin ki köylerde işyerlerinde komiteler kurup Sosyalist Devrim Partisi çevresinde toplanmadıkça kurtuluş yok. Yüzler, binler, milyonlar… Görsünler bakalım o zaman, el mi yaman bey mi yaman. Biz bunu söyleriz.

Ötesini siz bilirsiniz. Hadi artık eyvallah.